20 Aralık 2013 Cuma

İnterrail Çanları Çalıyor

Evet sevgili dostlarım İnterrail için yola çıkacağımız gün geldi çattı. İçimde bir hayalimi daha gerçekleştirmenin mutluluğu, neler yaşayacağız neler deneyimleyeceğizin heyecanı ve kötü birşey gelir mi acaba başımıza sorusunun endişesi var.

6 saat sonra 15 gün geri dönmemek üzere yurdumda ayrılacağım ama hala valizim hazır değil. Ne alsam, kaç adet alsam, acaba neye ihtiyacım olur soruları eşliğinde hazırlamaya çalışıyorum. 

15 gün boyunca yeni birşey paylaşamayacağım sizlerle ama döndüğümde yaşadığım maceranın en önemli kısımlarını sizlerle paylaşacağım.

Şimdi bana şans dileyim ve herşeyin yolunda olması için dua edin. 

Sağlıcakla ve sevgiyle kalın.

Şimdiden herkese Mutlu Yıllar! (Planlarda bir aksilik olmazsa yeni yılı Florensa'da karşılacağız. :)




17 Aralık 2013 Salı

"Zámek Náměšť na Hané" Christmas Gezisi

Bir önceki belirttiğin gibi ben bu gezinin yalnızca mini mini 2.sınıflar ile yapılacağını sanıyordum ama değilmiş. Geziye 1. ve 3. sınıf öğrencileri de dahilmiş. Saat 08:00de okula geldiğimde öğrencilerin beklemede olduklarını gördüm. Beni gören mini mini öğrenciler bana doğru koşarak sarılıyor, elimi tutuyorlardı. Toplamda yaklaşık 50 öğrenci, bu üç sınıfın öğretmenleri ve ben doluştuk otobüse, koyulduk yola. 

Bu geziyi benim için ilginç kılan en önemli nokta ise öğrenciler ve hatta 3 öğretmenin de hiçbirinin İngilizce bilmiyor oluşuydu. Yani gezi boyunca kalenin içinde yapılacak etkinliklerin ne ile olacağını kimse bana kısa çevirilerle aktaramayacak, kimse bana birşey soramayacaktı. Otobüste kaleye doğru yol alırken aklımda "Başka Dilde Aşk" filmi vardı. Bilirsiniz filmin sloganı "Hiç konuşmadan anlaşabilirmiyiz acaba?" idi. Ben de bu sloganı geçiriyordum aklımda. Hatta filmin adı benim için "Başka Dilde Öğretmenlik" olmuştu :) 

Kaleye gidebilmek için kısa bir mesafeyi yürümek lazımdı. Öğrenciler uzun bir kuyruk oluşturdu, aralara öğretmenler serpiştirildi, sıranın en arkasına da ben geçtim. Her iki elimde de birer mini mini 1. sınıf öğrencisi, sisin içinde kaleye doğru yürüdük.

Kale içindeki etkinliklerde de küçük öğrencilerim elimi kolumu kısacası beni bir an yalnız bırakmadılar. "Karşılıksız ve Saf Sevgi"ydi onlardan gelen. Kale içinde aldıkları hediyelikleri önce gelip bana gösterdiler, Çekçe anlamadığıma inanamayıp yılmadan usanmadan konuşmaya çalıştılar, çabaladılar. Workshop'ta hazırladıkları camdan melekleri bana göstermek için yarışa girdiler.

 12:00 gibi okula döndüğümüzde içimde garip bir mutluluk vardı. Sadece göz göze bakarak ve gülerek anlaştığım öğrencilerimdi bu mutluluğun sebebi. Ne diyebilirim ki... Bu asistanlık bir harika dostum :)

Ziyaret ettiğimiz kalenin resimlerini görmek isterseniz: http://zamek.namestnahane.cz/
                                                                                     (Site maalesef çekçe ve İngilizce seçeneği yok.)

15 Aralık 2013 Pazar

Yeni Yıl "Christmas" Hazırlıkları

Aralık ayı demek Christmas demek Avrupa'daki insanlar için. Biz nasıl Türkiye'de bayram öncesi hazırlık telaşını yaşıyorsak burada da insanlar yeni yıl öncesi benzer bir telaş yaşıyor.

Yılın en son ayı geldiğinde insanlar önce evlerini süslemeye başlıyor. Yalnızca çam ağacı süslemekle yetinmiyorlar. Evlerinin camları ve bahçeleri de bu güzel süslemelerden nasibini alıyorlar. Yolda yürürken evlerin camlarına veya bahçelere baktığınızda baktığınızda yeni yılın gelişini anlatan temaları içeren çeşitli süslemeler görebilirsiniz. Yalnızca evlerde değil küçük kasabamın sevimli caddelerinde ve merkezinde de Christmas atmosferini yansıtan süslemeler mevcut.

Christmas yaklaştıkça değişen güzelleşen yalnızca evler ve caddeler değil kanımca. İnsanlarda da güzel bir değişime tanık oluyorum. Herkes daha bir mutlu daha bir heyecanlı. Evlerinde toplanıp "Gingerbread" yani nam-ı değer "Zencefilli Kurabiye Adam" pişiriyorlar. Birbirlerine hediye almak için çekilişler çekiyor, hediye arama telaşına düşüyorlar. Marketlere gittiğinizde çeşit çeşit kaplama hediyelik kağıtları, hediye poşetlerini ve süslerini fark etmemeniz imkansız :)

Christmas hazırlığından bahsederken okullarda yapılan Christmas hazırlığından bahsetmemek olmaz elbette. Okullarda da aynı hummalı hazırlık devam ediyor. Sınıfların, okul camlarının süslenmesi için öğrencilerle birlikte çalışılınıyor. "Cooking" derslerinde kurabiyeler pişiriliyor. Okulun girişinde ise kocaman bir süslenmiş çam ağacı size hoşgeldin diyor. 

Bu kadar genel Christmas hazırlığı anlatımından sonra benim iki okulumda bu ay için yapılan birkaç özel etkinlikten bahsedeceğim sizlere.

Küçük okulumda mentorumun sınıfında küçük bir çam ağacında 24 adet küçük şekerleme var.. Çocukların isimleri deniz kabuğunun içerisinde yazılı. Kızların ve erkeklerin isimleri için iki ayrı kavanoz var. Bu etkinlikten haberim olmadığı için ağacın ve isimlerin hazırlanması kısmında maalesef rol alamadım. Ama 2 Aralık Pazartesi günü derse gittiğimde mentorum 1 Aralık yani ayın ilk günü için isim çekmemi istedi. İsmi çekilen çocuk gidip ağaçtan hangi günde adı çekildiyse o numaradan hediyesini alıyor ve afiyetle yiyor. :) Ayın 24'üne kadar bu şekilde devam edecek. Malum onlar için Christmas 24 Aralık.

Bir diğer etkinlik ise Christmas hazırlığı ile birleştirilen "Open Day". Bu etkinlik iki okulumda da yapıldı fakat yalnızca küçük okulda kanepe, muffin, kurabiye vs. satışı yaptık. 

Bu etkinlik için mentorum benden Türkiye'de yediğimiz kurabiyelerden yapmamı rica etti. Benim yaptıklarım satılmayacak fakat gelen velilere "Türkiye'den gelen asistanımızın ellerinden çıktı bu kurabiyeler" şeklinde bir açıklama ile ikram edilecekti. Eeee, kurabiyeler çocuklarımın ailelerine ikram edilecek olunca daha bir dikkatli bir şekilde hazırladım kurabiyeleri. "Tuzlu Kurabiye" ve "Hindistan Cevizli Kurabiye" olmak üzere iki çeşit yaptım.Kurabiyelerin yapım aşamasında öğrencilerim her an yanımdaydılar. Onlar da bu özel günde satılması için çeşitli kanepeler hazırladılar.



İşte sonuç :)



Bu günün amacı ise kasaba halkının gelip okulun imkanlarını görmesi, öğretmenlerle tanışmasıdır. Özellikle seneye okula başlayacak çocuğu olan veliler için çok önemli bir fırsat. Buradaki sistem Türkiye'deki gibi değil. Okuldaki öğrenci sayısına göre devlet okula ödeme yapıyor. Bu noktada ise öğrencileri okula çekmek önemli hale geliyor.


Veliler sınıfları gezerken, her sınıfta farklı bir süsleme ve aksiyonla karşılaştılar. Kimi sınıflarda öğrenciler çeşitli performanslar sergiledi. Kimi sınıflarda çocukları için workshoplar vardı. Kısacası eğlenceli ve keyifli bir gün oldu herkes için. Küçük okulumda toplanan para ise bir hayır kurumuna
aktarılacakmış. Güzel fikir!

En son katıldığım Christmas etkinliği ise bir müze ziyareti oldu. Mentorumun sınıfı ile kasabaya yakın bir diğer kasabada bulunan özel bir müzeye gittik. Müzede bir çok seramik çalışma sergileniyor. 




Ayrıca çocuklar için bir de ufak workshop hazırlamışlar. Çocuklarla birlikte vakit geçirmek gerçekten çok keyifliydi.




Yarın yani Pazartesi günü ise hiç derslerine girmediğim mini mini 2. sınıflar ile bir kale ziyaretinde bulunacağız. Şimdiden çok heyecanlıyım. İyi geçeceğine eminim. Detaylar çok yakında burda okuyabilirsiniz. 

Christmas bizlerin bayramı değil ya da bizler için özel bir anlam ifade etmiyor. Ama yapılan süslemeler, insanların hazırlıkları ve bu atmosferin bir parçası olmak beni çok mutlu ediyor.

Sevgiyle kalın, en önemlisi ise hep mutlu olmaya çalışın!


7 Aralık 2013 Cumartesi

Christmas Zamanı Bouzov Bir Başka

Bouzov Kalesi...Moravia bölgesinin en önemli, en görkemli ve Christmas hazırlıklarına en güzel şekilde en sahipliği yapan bir kale. Birkaç ay önce mentorumla birlikte ziyaret ettiğimiz kaleyi bu sefer Christmas programı için ziyaret etme şansı elde ettim ve çok eğlendim.

Kaleye buradaki tek yaşıt arkadaşım olan Martina, annesi ve erkek arkadaşı ile gittik. Martina benim büyük okulumdaki bir öğretmenin kızı. Annesi ingilizce bilmiyor maalesef ama Martina'yla iyi arkadaş olduk. Sohbeti güzel, kendi güzel :) Neyse efendim, kaleye vardığımızda daha programın başlamasına 40 dk vardı. Bizde bu zamanı değerlendirmek adına bu soğuk hatta buz gibi havada ısınmak üzere "punc" almaya karar verdik. O nedir diye sorarsanız meyveli, şekerli, sıcak bir içecek. Alkollü ve alkolsüz olmak üzere iki seçeneği var. Ben, çocuklar için yapılan alkolsüzünü denemeye karar verdim. Çayı ve kahveyi şekersiz içen biri olarak "punc"ın çok şekerli oluşu rahatsız etmedi beni ve keyifle bitirdim sıcak içeceğimi.


Program başlamadan önce bu güzel kaleyi sisler içinde resmetmeyi de tabi ki unutmadım :)

Programın içeriğine gelince; her odada sizi ya bir tarihi ya da korkutucu bir karakteri bizleri bekliyordu. Yılın bu zamanı için çeşitli hikayeler anlattılar. Yani öyleymiş. Martina bana anlatılarını kısa bir şekilde çevirip özetledi. Bir odasında ise Bouzov'un çeşitli kurabiye ve pastaları yapılmış ve sergileniyor. Gelen konuklar ise en iyiyi seçebilmek için oy kullanıyor. Elbette, hemen oyumu kullandım. Gerçekten çok başarılı çalışmalar vardı, bu yüzden oyumu verirken seçmekte zorlandım.

Programın bir noktasında ise ufak da bir konser vardı. Okulumuzun müzik dersi hocası Vladka burada eşi ile birlikte Christmas programı konserinde konuklara şarkılar söylüyor. Ne tatlı :)

    

















Program kapsamında daha önceki ziyaretimde gösterilmeyen mutfağı ve kalenin açık çatısını görme fırsatı da elde ettim. Mutfakta çeşitli Çek lezzetleri konuklara ikram ediliyor, çocuklar için ise hazırlanmış küçük hediye paketleri veriliyordu. Eee çocuk olmasam da yabancıyım diye hemen aldım bu sevimli paketlerden bir adet. :) Aslında almak aklımdan geçmemişti ama Martina al al diye ısrar edince almak kaçınılmaz oldu. Sonuç: Bir adet St. Nicholas kurabiyem, iki elmam, bir adet Bouzov kartpostalım ve bir adet küçük tahta domuzcuğum oldu.

Günün sonunda çok üşümüş (kale taştan olduğu için iliklerime kadar dondum diyebilirim), ama çok keyifli zaman geçirmiş olarak yurduma döndüm. Çek Cumhuriyeti'nde Christmas tüm heyecanıyla devam ediyor. Beni okumaya devam edin, bu güzel etkinlikler hakkında bir sürü şey öğrenin. :)

4 Aralık 2013 Çarşamba

Hayalim "Interrail" gerçek oluyor!!

Daha Comenius Asistanlığı için başvurmadan önce bile yurttayken hayali kurardık Beste ile. Para bulsak da iş hayatına atılmadan, çoluk çocuğa karışmadan önce bir Interrail yapsak diyorduk. Bu konuşmalarda çok değil belki de 1-1,5 yıl sonra bu hayali gerçekleştirmek için en büyük adımı attık ve Interrail biletlerimizi aldık. 

Comenius Asistanlığı'na kabul aldığımızda Interrail yapmak için elimize bir fırsat geçti demiştik. Asistanlık başladıktan sonra tatillerimizin hangi zamanlar olduğunu öğrendik ve en uygun zaman olmasa da tek uygun zamanın Christmas zamanı olduğunu gördük. Niye en uygun zaman değil dedim çünkü soğuk! Bu soğukta Interrail yapmak için ya deli olmak gerek ya da çaresiz. Biz daha çok ikinci kategoriye aidiz, çünkü daha önce de dediğim gibi tek uygun zaman.

Tatil 17 gün. Biz de bu sebeble "15 days continuous" bilet aldık gezimiz için. Bu macerayı 3 arkadaş yaşayacağız. Ben, Beste ve Fatih. Aynı bölümü bitirdik, aynı yurtta kaldık, beraber yedik içtik, beraber asistanlık için Avrupalara geldik derken bu beraberliğe yeni birşey daha eklemeye karar verdik. Yani hayatımızın macerası diye adlandırdığım bu geziye beraber çıkacağız. 

Rotamız ise bir aksilik olmaz ise şöyle:

Berlin
Amsterdam
Paris
Madrid
Barselona
Zürih
Roma
Pisa-Florensa
Venedik
Münih

Kısa zaman içinde epey yer göreceğiz. Otel rezervasyonları da ayarlandı. 15 günlük zamanda 8 gece otelde kalacağız. Kalan geceler ise tren yolculuğu ile geçecek. 

Geziye 21 Aralık sabaha 09:00da Berlin'de başlayacağız ve 3 Ocak günü Münih'te bitireceğiz. 

Neler gördük, ne maceralar yaşadık diye merak ederseniz de tatil dönüşü hepsini yazacağım sizler için. Bekleyin :)

1 Aralık 2013 Pazar

Günler geldi, günler geçti :)

Bir de baktım ki neredeyse 1,5 aydır yazmıyormuşum!! Ne çabuk geçti bu kadar zaman inanın hiç anlamadım. Okuldaki ingilizce derslerim, bilgisayar derslerim, ülkemi tanıtmak için yaptığım sunumlar derken günler akıp gitmiş. 

Geleli 2,5 ay oldu bile. Kaldı 5 ayım. Ve ben geçirdiğim günler arttıkça, gideceğim gün yaklaştıkça derin bir üzüntünün içinde buluyorum kendimi. Hayat çok güzel,yabancı bir ülkedeyken ve tek başına yaşıyorken daha da güzelmiş :)

Eğer hayatınızda elinize böyle bir fırsat geçerse ke-sin-lik-le kaçırmayın diyorum. Tecrübeyle sabit :) Biliyorsunuz gelmeden önce ve geldiğim ilk zamanlar ne kadar çok endişem ve korkum vardı. Ama onların hepsi geçti ve gitti. Yabancı bir ülkede, dilini bilmediğim insanların arasında (2,5 ay geçmesine rağmen Çekçemdeki ilerleme bir arpa boyu desem yeridir :)) o kadar rahatım ve kendimi o kadar buraya ait hissediyorum ki. Belki de böyle hissetmemim en büyük sebebi burada mentorlarımın, öğretmen arkadaşlarımın ve öğrencilerimin bana karşı olan ilgi ve alakalıdır. Burada beni rahat ettirmek ve yalnız olmadığımı göstermek için uğraşan insanlar var. Bana cafede buluşmalar ayarlıyorlar, bowlinge çağırıyorlar ya da evlerinde konuk ediyorlar. Her asistan böyle şeyler yaşıyor mu bilemem ama çerçevenin dışından baktığımda sevildiğimi ve ilgilenildiğimi hissetmek çok güzel.

Yazmadığım süre içinde neler yaşadın derseniz kısa bir özet geçmek iyi olacaktır.

Ekim'in son haftası iki okulumda da  Cumhuriyet'in Kurulumu ve İslam ile ilgili sunum yaptım.

Bu sunumların olduğu zaman aynı zamanda doğum günümün olduğu haftaya geldiği için öğrencilerimden bir sürü hediyeler aldım. :)

Mentorum bana üzerinde Türk Bayrağı olan bir doğum günü pastasını elleriyle yaptı. (Boşuna bana iyi bakıyorlar burada demiyorum. :)

Belçika'ya can dostum güzel insan Beste'yi ziyarete gittim. 3 günde Belçika'nın gezilmedik büyük şehrini bırakmadık.

Belçika'dan sonra ufak bir Fransa-Lyon'daki teyzeme aile ziyaretinde bulundum ve harika zaman geçirdim. Tabi Paris'e gitmeden de dönmedim.

Kasım ayında ise Mustafa Kemal Atatürk ve Türk Eğitim Sistemi sunumlarımı yaptım.

Türkiye'den abim beni ziyarete geldi.


Evet geriye dönüp baktığımda 1,5 ayda yaşadığım kayda değer önemli şeyler bunlar. 

Hayat güzel, Çek Cumhuriyeti'ni seviyorum. Ve ben mutluyum...

Bir sonraki yazıma kadar hoşçakalın, mutlu kalın dostlar :)

17 Ekim 2013 Perşembe

European Day of Language'da Türk Günü

Fun Afternoon’dan sonraki organizasyon biraz daha kapsamlıydı.

26 Eylül Avrupa Dil Günü olarak kutlanıyormuş. Küçük okulumdaki öğretmen arkadaşlarım bu sene Türkçe ve Türkiye temalı bir gün istediklerini bunun için hazırlık yapmamı istediler. Tabi tüm yük benim üstümde değildi. Diğer hocalar da ufak sunum, oyun vs. şeyler hazırlamışlardı.


Önce güne Çek Cumhuriyeti'nin milli marşını dinleyerek başladık. Daha sonra elbette ki İstiklal Marşı'mızı dinledik, hem de ayakta ve saygı duruşu pozisyonunda.


Güne okulun öğretmenlerden İrena'nın Türkiye hakkındaki kısa sunumuyla devam edildi. Ben de bir sunum hazırlamıştım ama öğrenciler 6-10 yaş aralığında olduğu için bu kısım direk olarak Çekçe ve Çek bir hoca tarafından anlatıldı.

Daha sonra Türkiye hakkında tanıtıcı video izledik. Takibinde Türkiye'deki okulları yansıtan ve hazırladığım resimleri gösterdim. Buradaki okullarla Türkiye’dekiler arasında epey fark vardı. Üniforma giyilmesi, her Pazartesi ve Cuma İstiklal Marşı’nın okunması onlara ilginç gelen birkaç detaydan biriydi.


Türkiye'deki okullardan sonra, tüm çocukların sevgilisi olan Pepee'den iki ekmek aldım şarkısını dinledik ve çocuklar tek kelime ile ba-yıl-dı-lar. Bir gün önce şarkının sözleri tahtaya yazılmış ve şarkıyı dinlerken bu küçücük çocukların şarkıyı söylemeye melodiye ayak uydurmaya çalışmaları görülmeye değerdi :)


Mentorum Hana'nın hazırladığı "Türkçe Kelimeyi Bulma" da epey keyifli bir aktiviteydi. Örneğin; ekranda bir çok dilde "Merhaba" yazıyordu ve çocukların Türkçe olan bulması isteniyordu. Bir tanesi hariç hepsini kolaylıkla buldular. Bulmakta zorlandıkları kelime ise "Okul" idi. Çünkü bir çok dilde bu kelime birbirine yakındı; school, skola, eschuela gibi... 

Diğer sunumum aile hakkındaydı. Bütün çocuklar ebeveynimi, abilerimi ve yeğenlerimi merak ediyordu. Resimlerde ilgilerini çeken şey ise annem eşarplı oluşuydu. Hepsine bir gün önceden söylenmişti bu yüzden hepsi tülbent, şal vb şeylerle gelmişlerdi o gün okula ve onların başlarını örtmemi bekliyorlardı. Bu durum onlar için heyecanlı ve değişikti.


Öğrencilere şallarını bağlamadan ve Damat Halayı için, evet yanlış okumadınız, Damat Halayı için spor salonuna inmeden önce günün hatırası olan "Nazar Boncuğu"nu tek tek kendi ellerimle her çocuğun yakasına iliştirdim. Hepsi çok mutlu görünüyordu. :)

Son olarak spor salonuna gittik ve tek tek her öğrencinin başını getirdikleri eşarp veya şala göre bağlamaya çalıştım. Çalıştım diyorum çünkü bazı çocuklar eşarpla veya şalla yakında uzaktan alakası olmayan örtüler getirmişti.


Tüm hazırlıklar tamamlandıktan sonra, müzik başlamadan önce onlara adımları öğrettim. Sonra da keyifle müzik eşliğinde dans ettik :)



Günümüz böylece sona erdi. Daha sonra öğretmenler internetten bulup hazırladığım Pepee, Nasreddin Hoca, Keloğlan ve Türk Bayrağı resimleri olan kâğıtları çoğaltıp boyamaları için öğrencilere dağıtmış. Çok tatlı :)

"Fun Afternoon" Keloğlan & Nasreddin Hoca

Evet, bu kız gideli ve orada asistanlığa başlayalı 5 hafta oldu ama okulda ne yapıyor ne ediyor hiç paylaşmadı diyebilirsiniz. Burada zaman çok hızlı geçiyor maalesef. Sayılı gün çabuk geçer der annem hep. Bu sözün hakkını veren bir şey bu Comenius Asistanlığı :)

Neyse efendim uzun lafın kısacı biraz vakitsizlik biraz tembellikten sizlerle paylaşamadım burada yaptıklarımı. Günün şu akşam saatinde biraz vakit bulmuşken size buradaki ilk Türkiye'ye ait birşey içeren etkinliğimden bahsedeceğim.

Göreve başladığımın ikinci gün okulda "Fun Afternoon" adlı bir etkinlik yapılacaktı. Benden de Türkiye'ye ait masal ya da çizgi film karakteri / kahramanı varsa bulup çıktı almam istendi.

Tabiki hemen aklıma "Keloğlan" ve "Nasreddin Hoca" geldi. Daha sonra başka var mı diye araştırdım ama bulamadım. Bu ikisi en çok bileneniydi. Çıktılar renkli kartuş olmadığı için daha sonradan boyandı ve küçük parçalara ayrılarak puzzle yapıldı.



Fun Afternoon için spor salonunda "Türk Masası" vardı ve çocuklar gelip puzzle tamamlayıp mühür kazanıyorlardı. Her görevi tamalamak zorundalardı çünkü günün sonunda ona göre hediye alacaklardı.


Puzzle tamamlandıktan sonra ortaya çıkan resimlere birçoğu güldü. Özellikle Nasreddin Hoca'nın eşeğini görünce herkesin yüzünde kocaman bir tebessüm oluştu :)



Başarıyla ve keyifle ilk asistanlık görevimi yerine getirmiş ve bundan mutluluk duymuştum.

Diğer aktivite yazılarımda görüşmek dileğiyle sevgili okurlarım :)

6 Ekim 2013 Pazar

Çek Marketlerinden İzlenimler

Marketler vakit geçirmek için ideal yerler. Zira bir alışverişim neredeyse 2 saat sürüyor.

Normal su yerine 1,5 litrelik pet şişelerde satılan meyveli ve şekerli su içiyorlar.

Kahvaltılık zeytin diye bir şey yok.

Ekmekleri çok güzel.

Peynir olarak genellikle krem peynir var. Ya da dilimlenmiş 100-200 grlık paketlerde satılan kaşara benzeyen peynirler var.

Onlarca çeşit pirinçleri var.

Albert adlı markette bulgur bulabilirsiniz. (Ben bir tek o markette gördüm.)

Atıştırmalık abur cuburları lezzetti. Kilo almazsam iyidir.

Meyveli yoğurdun onlarca çeşidi var. Yoğurtlar epey uygun fiyatlarda. Ama Türkiye’deki gibi kiloluk yoğurt yok. En büyük yoğurt 500 gramlık.

Tanıdık marka olarak Milka, Toblerone, Pringles, Lipton, Dr. Oetker, Lays’i sayabilirim. 

En çok şaşırdığım şey ise Penny adlı markette Halk marka kek görmem. Tam bir sürpriz oldu bana.



Çek Cumhuriyeti’nden İlk ve Genel İzlenimler


Ülke çok temiz. Yerde neredeyse çöp görmek imkânsız. 

Her yer yeşil, her yer ormanlık alan.

Ne yazık ki insanları sokakları kadar temiz değil :(

Onlar için bira eşittir su :) Onlarca bira markaları var. 

Benim kazak ve montla gezdiğim havalarda insanları yazlık kıyafetlerle görmek mümkün.

Tren ve otobüsler çok dakik. Yazdığı saatte kalkıyor ve yazdığı saatte varıyor.

Ulaşım fiyatları uygun. 

Herkes genci yaşlısı bisiklet kullanıyor. Yaşlısı derken gerçekten de yaşlı insanlardan bahsediyorum. 60 belki 70 yaşında insanlar bisikletle sağlıyorlar kısa mesafe ulaşım ihtiyaçlarını.



En çok dikkatimi çeken ve aklımda kalan izlenimler şimdilik bu kadar.

Daha sonraki paylaşımlarımda Çek Cumhuriyeti'ne dair daha çok detay, özellik vs. bulacaksanız.

Takipte kalın yeter :)

2 Ekim 2013 Çarşamba

Okuldaki İlk Hafta

Görev yapacağım iki okulum var!! Evet, yanlış duymadınız iki farklı okulum varmış meğersem ve bunu ilk hafta buradayken öğrendim. Birinci okulda 1’den 5’e kadar toplamda 5 sınıf var.  5 öğretmen ve yaklaşık 90 öğrencinin olduğu bu okula “küçük okul” diyorum :) Yurduma 3-4 dklık yürüme mesafesinde olan bu okulda Çarşamba günleri asistanlık yapıyorum. Salı günleri de etwinning projesi için bu okulda buluyorum.

Diğer okulum ise 10 dklık yürüme mesafesinde. Bu okul daha büyük 1’den 9’a kadar her yaştan ve sınıftan öğrenci var fakat bu okulda sadece 6’dan 9’a kadar olan sınıflara gireceğim. Bu büyük okulda kendime ait bir masam bile var. Büyük okulu daha çok sevdim. 3 ingilizce öğretmeni var ve hepsiyle her hafta dersim olacak.

İlk hafta sadece tanışmayla ve Türkiye hakkında ufak tefek detaylardan bahsetmekle geçti. Kendim ya da Türkiye ile ilgili herhangi bir sunum hazırlamadım. Çünkü istemediler. Küçük okuldaki öğrencilerim İngilizcesi çok az zaten onlarla vücut dilini kullanarak anlaşmaya çalışıyorum. :) Büyük okulda ise ilk hafta soru öğrencilerden gelen soruları cevaplayarak geçti. Böylece hep İngilizce pratik yapma hem de beni tanıma fırsatı buldular.

Kasabaya ve yollara alıştım. Markete tek başıma gidip gelebiliyorum. Yemeğimi yurtta kendim pişiriyorum. Annemlerle iletişim sorunumuz ilk hafta devam etti. İki taraftan da ücret kesintisi vardı. Turkcell dakikasına 1.29 TL alıyor ve 5 dk konuştuğunda 7-8 liran gidiyor :( Neyse ki bu soruna ikinci hafta Vodafone’dan Çek hattı alarak çözüm buldum. Artık sadece babamlarım paketinden gidiyor. Benden herhangi bir kesinti yok.

Bunların dışında herşey yolunda ve iyi. Ben de iyiyim. :)

Bir sonraki paylaşımın Çek Cumhuriyeti, insanları ve sevgili öğrencilerim hakkında olacak.

Sevgiyle takipte kalın!!

Türkiye'mden Uzak İlk Günlerim

İlk hafta internetim olmadığı için neler hissettim, neler yaptım yazamamıştım. Şimdi biraz gecikmeli de olsa ilk günlerimde neler yaşadığımı yazacağım sizler için.

Prag’a uçak biletleri pahalı olduğu için uçak biletimi Viyana’ya bilet almıştım ve havalimanından otobüsle kasabamın bağlı olduğu şehre gelecektim. (Mohelnice adlı kasaba Olomouc adlı şehire bağlı.) Uçaktan indikten bir saat sonra hemen havalimanının önünden kalkan “Student Agency” adlı firmaya ait olan sarı otobüse bindim. Bu otobüs beni Viyana’dan Çek’in en büyük ikinci şehri olan Brno’ya kadar götürdü. Brno’da inip yaklaşık 55 dakikalık beklemenin ardından beni Olomouc’a götürecek diğer otobüse bindim. Olomouc’a vardığımda saat akşam 20.00 olmuştu bile. (Evimden ayrılalı nerdeyse 12 saat olmuştu yani :( ) Otobüsten indiğim ve mentorumu görünceye kadar geçen saniyeler o kadar zor ve korkutucuydu ki. Acaba gelmedi mi acaba beni unuttu mu diye bin bir türlü kötü düşünce aklımdan geçerken birinin bana koştuğunu gördüm ve o an hayatımın en büyük rahatlamalarından birini yaşadım :) Sevgili mentorumdu koşarak gelen ve elbette unutmamıştı benim geleceğimi...

İlk gecemi mentorumun evinde geçirdim. Çok sıcakkanlı bir mentorum var. İngilizcesi çok iyi değil ama biz bir şekilde birbirimizi anlıyoruz :) Eşi de çok iyi biri gördüğüm kadarıyla. Beni Olomouc’a almaya beraber gelmişler. Ben biraz onlarla oturduktan sonra izin istedim ve odama çıkıp yattım. Epey yorucu bir gün olmuştu ne de olsa. 

Ertesi sabah saat 10.00’da yurt müdürüyle randevumuz vardı. Bu yüzden 9 gibi güzel uykumdan uyandım ve Çek’te ilk kahvaltımı Hana’nın evinde yaptım. Kahvaltıdan sonra evden yurda yürüyerek geldik. Yollarını öğrenmeye başlamıştım bile. Eşi ise valizlerimi arabayla arkadan getirdi. 

Yurdun kullanılmaya katını! evet yanlış duymadınız kullanılmayan bir katını bana verdiler :) Koridorun girişindeki oda benim odam oldu. Diğer tüm odalar boş. 4 tuvaletim, 3 banyom ve mutfağım var :D Tabi yurt müdürü tek duşu ve tek tuvaleti kullanmamı rica etti. (Temizlikçileri düşünerek böyle bir şeyi rica etmesi tabi ki de mantıklı) Saat 13.00’de Hana’nın evinde öğle yemeği için buluşmak üzere anlaştık. O gittikten sonra odama yerleşmeye başladım. Başta zor geldiğini itiraf etmeliyim. Ailemden kilometrelerce uzaktayım ve yaklaşık 7,5 ay boyunca evim diyeceğim yere getirdiğim 2 valiz eşyayı yerleştirmeye çalışıyorum...Yaklaşık 2 saat sonra tamamıyle yerleşmiştim ve herşey iyi görünüyordu.

Saat 12:45 yemeğe mentorumun evine gitmek için ayrıldım ve giderken kayboldum!! Yer yön duygumun zayıf olmasının ilk cezasını daha ilk günden çektim. Başıboş sokaklarda dakikalarca gezindikten sonra mentorumun arkadan bana seslenmesi ile kendime geldim. Kaybolduğumu tahmin etmiş ve beni aramaya çıkmış. Canım mentorum :)

Yemekte helal kesim et olmadıkça yemeyeceğimi söylediğim için bana fırında balık yapmış. Ama önden gelen çorbanın kokusu ve özellikle tadı çok kötüydü. Sadece balık yedim ve yeterince doydum. Sonra dışarı çıkıp uzun bir yürüyüş yaptık. Etrafı gezdirdi bana ve uzun uzun sohbet ettik.
İlk günüm beklediğimden daha güzel ve iyi geçmişti. Çek’i seveceğimi düşünmeye başlamıştım. Tek sorun memleket hasreti olacaktı bu uzak diyarlarda...

1 Ekim 2013 Salı

Tutamıyorum Zamanı

Zaman ne de çabuk geçiyor bu memleketten kilometrelerce uzak diyarlarda... Son paylaşımımdan bu yana nerdeyse 1 hafta geçmiş ve ben bunun farkında bile değilim :(

Sizleri çok ihmal ettim biliyorum.

Çek Cumhuriyeti'nde ne yapıyorum, günler nasıl geçiyor, ilk izlenimlerim neler, nereleri gezdim gördüm gibi şeyleri daha sizlerle paylaşamadım. Ve bunun vicdan azabını yaşıyorum resmen. 

Ama merak etmeyin söz veriyorum kayıp olan günlerin telafisi olacak ve sizleri buradaki yaşamımla ilgili detaylara boğacağım günler de gelecek :)

Asistanlığımın üçüncü haftasına başladım bile. Düzenim de yavaş yavaş oturdu sayılır. Alıştım buralara da, Mohelnice adlı sevimli bir kasabadayım. Nufüs 10 bin.

Küçük kasabada yaşamak kimine göre avantaj kimine göre de dezavantajdır. Benim açımdan avantaj çünkü ulaşım kolay (yürüyerek her yere gidebiliyorum:), hayat sakin ve daha kolay. Dezavantajları da var elbette ama onlar ikinci planda kalıyor benim için. Mesela belirli saatten sonra sokaklar çok boş, haftasonu yapacak ve gezecek hiç bir şey/yer yok vs. Gezmek için tren yolculuğu yaparak yakın çevrelere gitmek gerek. Tren yolculuğu güzel, zaman hızlı geçiyor tren yolculuklarında. Bu yüzden yolculuk kısmı benim için eziyet değil eğlence :)

Bu gecelik bu kadar diyorum. Detayların daha bol olacağı bir sonraki paylaşıma kadar hoşçakalın :)

24 Eylül 2013 Salı

Ahoj!

Bu yazımı Çek Cumhuriyeti'nden yazıyorum :)

Evettt. Geleli nerdeyse 10 gün oldu ve şimdilik herşey yolunda.

10 gündür neden birşey yazmadın ki dediğinizi duyar gibiyim. Yazmadım değil aslında, yazamadım. Çünkü kaldığım yurtta ilk geldiğim hafta maalesef internet bağlantım yoktu. Mentorumun büyük uğraşları sonucu yavaş da olsa bir internetim var artık ve fırsat buldukça paylaşımlarıma devam edeceğim.

Başlıkta yazdığım "Ahoj" ise Çeklerin "Selam" anlamında her zaman kullandıkları sevimli bir kelime :)


10 Eylül 2013 Salı

Vize Başvuru Öncesi Evrak Toplama

Pasaportu aldıktan sonra sıra gelmişti vize başvurusu için randevu almaya. Bu işlemi pasaportunuz olmadan yapamıyorsunuz çünkü randevu sisteminde pasaport numaranızı girmeniz gerekiyor. Haziran'ın 3. haftası gibi randevu almak için sisteme girdiğimde sadece 11 Temmuz saat 09:30'a randevu alabildim. Yani yaklaşık 3 hafta sonrasına. Bu yüzden bir an evvel pasaportunuzu çıkarıp randevunuzu almanız gerekiyor. Alınan randevu iptal edilmiyor veya saati değiştirilmiyor!!

Bu 3 haftalık sürede gerekli belgeleri toplamakla uğraştım. Şimdi bu belgelerin neler olduğunu ve dikkat edilmesi gereken noktaları sizler için yazacağım.

1- Sabıka Kaydı (Apostil Mühürlü): Sabıka Kaydı için Çağlayan Adliyesine gittik. (Yine Fatih ben ve Beste) Sıra bize geldiğinde ne için istediğimi soran görevliye vize için dedim. Hangi ülke olduğunu sordu ve cevabı duyduğunda verdiği tepki şaşırmama neden oldu. "Çek Cumhuriyeti" özel ilgi ister dedi. Sabıka kaydında doğum tarihinin ve yerinin açık olarak yazması gerekiyormuş Normalde sadece yıl yazıyor. Görevliye bunu hatırlattığı için ve ilgilendiği için teşekkür ettikten sonra apostil mühür için adliyede üst katlarda olan Özel Kalem Müdürlüğü kısmına çıktık. Burada sabıka kayıtlarımızı verdik. 5 dakika kadar zaman sonra sabıka kaydının yanında apostil mühürlü evrakı da aldık ve oradan bir başka odaya imzaya gittik. Apostil mühürlü sabıka kaydı almak işte bu kadar basit ve kolay :)

2- Ulusal Ajans'ın hazırladığı Vize Belgesi (Belgenin orjinali İngilizcedir.)

3- Sabıka Kaydı ve Vize Belgesinin Çekçeye Çevirilmiş Halleri: Çeviri işi için "Eva Sevinçli" adlı çevirmen ile mail yolu üzerinden iletişime geçtim. Kendisi konsolosluğun tanıdığı ve çevirilerini sorunsuz kabul ettiği bir isim. Ben Eva Hanım ile Fatih'in, Kübra'nın (bizimle Çek'e gelen diğer asistan arkadaşımız) ve benim çevirilerim için toplam 130 TL'ye anlaştım. Çünkü 3 kişinin belgelerinin de yapısı aynıydı. Bu yüzden normalde 180 TL ödeme yapmamız gerekirken 50 TL'lik bir indirim yaptı bize :) Çevirilecek belgelerin taranmış hallerini yolladıktan yaklaşık 2 gün için hepsini çevirdi. Paraya EFT yoluyla kendisine gönderdikten sonra da çevrilmiş belgeleri mail yoluyla bana yolladı. 

4- Çek Cumhuriyeti'nden gelen davet mektubu, kalacak yerinizi gösteren belge: Bu belgeleri mentorunuzdan bir an evvel size göstermesini isteyin. Yurtdışından gönderilen belgeler bir aksilik olmazsa 1hafta 10 gün içinde elinize ulaşıyor. Bunu hesap ederek vize randevunuzu almanızı tavsiye ederim. Çek Konsolosluğu orjinal belge olmayınca başvurunu işleme koymuyor maalesef.

5- Pasaportunuz

6- İki adet vize fotoğrafı (Çek Cumhuriyeti için 3.5x4.5 boyutlarında olmalı. Her ülkenin vize fotoğraf ölçüleri farklıdır.)

7- 5 sayfalık vize başvuru formu: (Bu formu randevu öncesi çıktı alarak doldurup öyle gidebilirsiniz. Formun bazı kısımları karışık gelebilir. Bu yüzden konsoloslukta doldurup yardım da alabilirsiniz, size kalmış.)

Belgeleri topladıktan sonra öğrendim ki benim ikametgahım İzmir'de olduğu için Ankara'daki Büyükelçilikten yapmalıymışım başvurumu. İstanbul'u aradım ve durumu izah ettim. Onlar da şu an kaldığım yerde üzerime ait bir fatura olup olmadığını sordu. (Daha sonra ikametgahı geçici olarak İstanbul'a almayı da kabul etmiyorlar.) Yurta kaldığımı söylediğimde ise bunu ispat edicek bir belge getir, bakalım dediler.

Mezuniyetime çok az bir süre kala yurttan bu belgeyi aldım.

Tüm belgeler artık hazırdı ve artık başvuru gününün gelmesi bekleniyordu.

Başvuru günü neler yaşadığımı ise bir sonraki paylaşımımda bulacaksınız.


8 Eylül 2013 Pazar

Üç Beş Adımda Pasaport Almak

Arkada çok sevdiğim bir The Cranberries şarkısı olan "Ode to my family" çalarken yazıyorum yeni yazımı. Gitme günüm yaklaşıyor ve benim içimi sevincime ek olarak bir hüzün kaplıyor.

Aileden, sevdiklerinden, ülkenden ayrılmak ve aylarca gelmemek. Aslında Çek'teyken uzun tatillerim olacak bu yüzden Türkiye'ye gelebilme ihtimalim var. Öte yandan kaç kere hayatımda bu fırsatı yakalayacağım gez gezebildiğin kadar diyorum. (Tabi Allah korusun bir ölüm kalım veya sağlık meselesi olmamasını dileyerek böyle düşünüyorum.)  Anlayacağınız kafam karışık. Ne olacağını zaman gösterecek.

Neyse gelelim bugünkü paylaşımıma, yani nasıl pasaport alınıra..

Öncelikle eğer hala öğrenciyseniz (ya da benim gibi son sınıf olup mezuniyetinize iki hafta kalmışsa) okul internet sitesinde bulabileceğiniz "Pasaport Harç Muaf Belgesi"ni doldurup bölümünüze götürüp Bölüm Başkanı'na imzalattıktan sonra Rektörlük'te bu işle ilgilenen (şu an adını hatırlayamadığım) birime götürmeniz gerek. Bu birim evrakınıza göre yeni bir belge düzenliyor ve size ertesi gün teslim ediyor. 

Belgede dikkat etmeniz gereken nokta pasaportu kaç yıllık istediğiniz. Bazı ülkeler ülkenize döndükten sonra pasaportunuzun en az 6 ay daha geçerli olmasını  istiyor bu yüzden 35 hafta kalacaksanız 2 senelik pasaport çıkartmak en mantıklısı.

Ertesi gün evraklarımızı (tabi ki de Beste ben ve Fatih :)) aldıktan sonra İstanbul/Şişli'de olan Hisar Vergi Dairesi'ne gittik. (Topkapı'daki vergi dairesinde öğrenciyken 2 yıllık pasaport isteyene sorun çıkartıyor diye duyduğum için bu vergi dairesini seçtim.) Burada belgemizi girişteki görevli bayana verdik kendisi evrakları aldı. Evrakları kontrol etti ve bu işlerle ilgilenen müdüre evrakları imzalatmamız gerektiğini söyledi. Bunu üzerine girişe göre en sağ odada bulunan müdüre gittik ve sorunsuzca imzalattık. Buradan sonra görevli bayanın yanına tekrar döndük ve evrakları geri verdik. Fotokopisi çekilen evraklardan birinin orjinali bize geri verildi.

Bu işlemlerden sonra sıra gelmişti defter parasını yatırmaya. Yine aynı yerde bulunan gişede sıraya girdik ve bir kaç dk içinde 72 TL'yi ödeyip makbuzlarımızı aldık. Makbuzumuz ve imzalı evrakımız ile en yakında olan Emniyet Müdürlüğü'ne yani Şişli Emniyet'e geçtik. İşlerimizin hemen hallolacağını düşünmediğimiz için (siz siz olun bir işe başlarken bizim gibi karamsar olmayın :)) randevu almamıştık. Ama içeriye girdiğimizde de pasaport bölümünde çok az insan olduğunu görünce rahatladık. Polislere randevusuz geldiğimizi açıkladık. Kalabalık olmadığı için başvurumuzu almayı kabul ettiler. Vergi dairesinden aldığımız evrak, makbuz ve 2 fotoğrafı görevli memura teslim ettik. (Eğer ehliyetiniz falan yoksa yani daha önce parmak izi alma işlemini yaptırmadıysanız önce parmak iziniz alınıyor.) Polis memurunun işlemleri bitirmesi yaklaşık 5 dk sürüyor. Sonra size pasaportun gelmesini istediğiniz adresi ve sizin olmamanız durumunda pasaportunuzu başka kimin alabileceğini soruyor. 

Tüm işlemler bittiğinde ve emniyetten ayrıldığımızda Beste'nin bitti mi şimdi ilk adımı attık mı oldu mu gibi sorular sorduğunu hatırlıyorum :) Şimdi diyecekseniz amannn pasaport almakta ne var herkes alıyor herkes yurtdışına gidiyor diye. Ama biz bu yurtdışı fırsatı için o kadar çok beklemiştik ki zor elde ettiğimiz için gözümüzde ekstra kıymetli olmuştu işte bir pasaport.

Çarşamba günü yaptığım pasaport başvurusundan sonra Cuma günü telefonuma pasaportun kargoya verildiğine dair mesaj geldi. PTT Kargo hafta sonu çalışmadığı için pasaportum ancak Pazartesi elime ulaştı. Onu da ben işte olduğum için Beste aldı. (Pasaport için velaket vermek işte böyle durumlarda işe yarıyor :)

Pasaportu aldıktan sonraki adım ise vize başvurusu. Bir başka deyişle daha karmaşık daha zor bir süreç. Neden mi karmaşık ve zor? Bir sonraki yazımda öğrenecekseniz. Takipte kalın!