17 Ekim 2013 Perşembe

European Day of Language'da Türk Günü

Fun Afternoon’dan sonraki organizasyon biraz daha kapsamlıydı.

26 Eylül Avrupa Dil Günü olarak kutlanıyormuş. Küçük okulumdaki öğretmen arkadaşlarım bu sene Türkçe ve Türkiye temalı bir gün istediklerini bunun için hazırlık yapmamı istediler. Tabi tüm yük benim üstümde değildi. Diğer hocalar da ufak sunum, oyun vs. şeyler hazırlamışlardı.


Önce güne Çek Cumhuriyeti'nin milli marşını dinleyerek başladık. Daha sonra elbette ki İstiklal Marşı'mızı dinledik, hem de ayakta ve saygı duruşu pozisyonunda.


Güne okulun öğretmenlerden İrena'nın Türkiye hakkındaki kısa sunumuyla devam edildi. Ben de bir sunum hazırlamıştım ama öğrenciler 6-10 yaş aralığında olduğu için bu kısım direk olarak Çekçe ve Çek bir hoca tarafından anlatıldı.

Daha sonra Türkiye hakkında tanıtıcı video izledik. Takibinde Türkiye'deki okulları yansıtan ve hazırladığım resimleri gösterdim. Buradaki okullarla Türkiye’dekiler arasında epey fark vardı. Üniforma giyilmesi, her Pazartesi ve Cuma İstiklal Marşı’nın okunması onlara ilginç gelen birkaç detaydan biriydi.


Türkiye'deki okullardan sonra, tüm çocukların sevgilisi olan Pepee'den iki ekmek aldım şarkısını dinledik ve çocuklar tek kelime ile ba-yıl-dı-lar. Bir gün önce şarkının sözleri tahtaya yazılmış ve şarkıyı dinlerken bu küçücük çocukların şarkıyı söylemeye melodiye ayak uydurmaya çalışmaları görülmeye değerdi :)


Mentorum Hana'nın hazırladığı "Türkçe Kelimeyi Bulma" da epey keyifli bir aktiviteydi. Örneğin; ekranda bir çok dilde "Merhaba" yazıyordu ve çocukların Türkçe olan bulması isteniyordu. Bir tanesi hariç hepsini kolaylıkla buldular. Bulmakta zorlandıkları kelime ise "Okul" idi. Çünkü bir çok dilde bu kelime birbirine yakındı; school, skola, eschuela gibi... 

Diğer sunumum aile hakkındaydı. Bütün çocuklar ebeveynimi, abilerimi ve yeğenlerimi merak ediyordu. Resimlerde ilgilerini çeken şey ise annem eşarplı oluşuydu. Hepsine bir gün önceden söylenmişti bu yüzden hepsi tülbent, şal vb şeylerle gelmişlerdi o gün okula ve onların başlarını örtmemi bekliyorlardı. Bu durum onlar için heyecanlı ve değişikti.


Öğrencilere şallarını bağlamadan ve Damat Halayı için, evet yanlış okumadınız, Damat Halayı için spor salonuna inmeden önce günün hatırası olan "Nazar Boncuğu"nu tek tek kendi ellerimle her çocuğun yakasına iliştirdim. Hepsi çok mutlu görünüyordu. :)

Son olarak spor salonuna gittik ve tek tek her öğrencinin başını getirdikleri eşarp veya şala göre bağlamaya çalıştım. Çalıştım diyorum çünkü bazı çocuklar eşarpla veya şalla yakında uzaktan alakası olmayan örtüler getirmişti.


Tüm hazırlıklar tamamlandıktan sonra, müzik başlamadan önce onlara adımları öğrettim. Sonra da keyifle müzik eşliğinde dans ettik :)



Günümüz böylece sona erdi. Daha sonra öğretmenler internetten bulup hazırladığım Pepee, Nasreddin Hoca, Keloğlan ve Türk Bayrağı resimleri olan kâğıtları çoğaltıp boyamaları için öğrencilere dağıtmış. Çok tatlı :)

"Fun Afternoon" Keloğlan & Nasreddin Hoca

Evet, bu kız gideli ve orada asistanlığa başlayalı 5 hafta oldu ama okulda ne yapıyor ne ediyor hiç paylaşmadı diyebilirsiniz. Burada zaman çok hızlı geçiyor maalesef. Sayılı gün çabuk geçer der annem hep. Bu sözün hakkını veren bir şey bu Comenius Asistanlığı :)

Neyse efendim uzun lafın kısacı biraz vakitsizlik biraz tembellikten sizlerle paylaşamadım burada yaptıklarımı. Günün şu akşam saatinde biraz vakit bulmuşken size buradaki ilk Türkiye'ye ait birşey içeren etkinliğimden bahsedeceğim.

Göreve başladığımın ikinci gün okulda "Fun Afternoon" adlı bir etkinlik yapılacaktı. Benden de Türkiye'ye ait masal ya da çizgi film karakteri / kahramanı varsa bulup çıktı almam istendi.

Tabiki hemen aklıma "Keloğlan" ve "Nasreddin Hoca" geldi. Daha sonra başka var mı diye araştırdım ama bulamadım. Bu ikisi en çok bileneniydi. Çıktılar renkli kartuş olmadığı için daha sonradan boyandı ve küçük parçalara ayrılarak puzzle yapıldı.



Fun Afternoon için spor salonunda "Türk Masası" vardı ve çocuklar gelip puzzle tamamlayıp mühür kazanıyorlardı. Her görevi tamalamak zorundalardı çünkü günün sonunda ona göre hediye alacaklardı.


Puzzle tamamlandıktan sonra ortaya çıkan resimlere birçoğu güldü. Özellikle Nasreddin Hoca'nın eşeğini görünce herkesin yüzünde kocaman bir tebessüm oluştu :)



Başarıyla ve keyifle ilk asistanlık görevimi yerine getirmiş ve bundan mutluluk duymuştum.

Diğer aktivite yazılarımda görüşmek dileğiyle sevgili okurlarım :)

6 Ekim 2013 Pazar

Çek Marketlerinden İzlenimler

Marketler vakit geçirmek için ideal yerler. Zira bir alışverişim neredeyse 2 saat sürüyor.

Normal su yerine 1,5 litrelik pet şişelerde satılan meyveli ve şekerli su içiyorlar.

Kahvaltılık zeytin diye bir şey yok.

Ekmekleri çok güzel.

Peynir olarak genellikle krem peynir var. Ya da dilimlenmiş 100-200 grlık paketlerde satılan kaşara benzeyen peynirler var.

Onlarca çeşit pirinçleri var.

Albert adlı markette bulgur bulabilirsiniz. (Ben bir tek o markette gördüm.)

Atıştırmalık abur cuburları lezzetti. Kilo almazsam iyidir.

Meyveli yoğurdun onlarca çeşidi var. Yoğurtlar epey uygun fiyatlarda. Ama Türkiye’deki gibi kiloluk yoğurt yok. En büyük yoğurt 500 gramlık.

Tanıdık marka olarak Milka, Toblerone, Pringles, Lipton, Dr. Oetker, Lays’i sayabilirim. 

En çok şaşırdığım şey ise Penny adlı markette Halk marka kek görmem. Tam bir sürpriz oldu bana.



Çek Cumhuriyeti’nden İlk ve Genel İzlenimler


Ülke çok temiz. Yerde neredeyse çöp görmek imkânsız. 

Her yer yeşil, her yer ormanlık alan.

Ne yazık ki insanları sokakları kadar temiz değil :(

Onlar için bira eşittir su :) Onlarca bira markaları var. 

Benim kazak ve montla gezdiğim havalarda insanları yazlık kıyafetlerle görmek mümkün.

Tren ve otobüsler çok dakik. Yazdığı saatte kalkıyor ve yazdığı saatte varıyor.

Ulaşım fiyatları uygun. 

Herkes genci yaşlısı bisiklet kullanıyor. Yaşlısı derken gerçekten de yaşlı insanlardan bahsediyorum. 60 belki 70 yaşında insanlar bisikletle sağlıyorlar kısa mesafe ulaşım ihtiyaçlarını.



En çok dikkatimi çeken ve aklımda kalan izlenimler şimdilik bu kadar.

Daha sonraki paylaşımlarımda Çek Cumhuriyeti'ne dair daha çok detay, özellik vs. bulacaksanız.

Takipte kalın yeter :)

2 Ekim 2013 Çarşamba

Okuldaki İlk Hafta

Görev yapacağım iki okulum var!! Evet, yanlış duymadınız iki farklı okulum varmış meğersem ve bunu ilk hafta buradayken öğrendim. Birinci okulda 1’den 5’e kadar toplamda 5 sınıf var.  5 öğretmen ve yaklaşık 90 öğrencinin olduğu bu okula “küçük okul” diyorum :) Yurduma 3-4 dklık yürüme mesafesinde olan bu okulda Çarşamba günleri asistanlık yapıyorum. Salı günleri de etwinning projesi için bu okulda buluyorum.

Diğer okulum ise 10 dklık yürüme mesafesinde. Bu okul daha büyük 1’den 9’a kadar her yaştan ve sınıftan öğrenci var fakat bu okulda sadece 6’dan 9’a kadar olan sınıflara gireceğim. Bu büyük okulda kendime ait bir masam bile var. Büyük okulu daha çok sevdim. 3 ingilizce öğretmeni var ve hepsiyle her hafta dersim olacak.

İlk hafta sadece tanışmayla ve Türkiye hakkında ufak tefek detaylardan bahsetmekle geçti. Kendim ya da Türkiye ile ilgili herhangi bir sunum hazırlamadım. Çünkü istemediler. Küçük okuldaki öğrencilerim İngilizcesi çok az zaten onlarla vücut dilini kullanarak anlaşmaya çalışıyorum. :) Büyük okulda ise ilk hafta soru öğrencilerden gelen soruları cevaplayarak geçti. Böylece hep İngilizce pratik yapma hem de beni tanıma fırsatı buldular.

Kasabaya ve yollara alıştım. Markete tek başıma gidip gelebiliyorum. Yemeğimi yurtta kendim pişiriyorum. Annemlerle iletişim sorunumuz ilk hafta devam etti. İki taraftan da ücret kesintisi vardı. Turkcell dakikasına 1.29 TL alıyor ve 5 dk konuştuğunda 7-8 liran gidiyor :( Neyse ki bu soruna ikinci hafta Vodafone’dan Çek hattı alarak çözüm buldum. Artık sadece babamlarım paketinden gidiyor. Benden herhangi bir kesinti yok.

Bunların dışında herşey yolunda ve iyi. Ben de iyiyim. :)

Bir sonraki paylaşımın Çek Cumhuriyeti, insanları ve sevgili öğrencilerim hakkında olacak.

Sevgiyle takipte kalın!!

Türkiye'mden Uzak İlk Günlerim

İlk hafta internetim olmadığı için neler hissettim, neler yaptım yazamamıştım. Şimdi biraz gecikmeli de olsa ilk günlerimde neler yaşadığımı yazacağım sizler için.

Prag’a uçak biletleri pahalı olduğu için uçak biletimi Viyana’ya bilet almıştım ve havalimanından otobüsle kasabamın bağlı olduğu şehre gelecektim. (Mohelnice adlı kasaba Olomouc adlı şehire bağlı.) Uçaktan indikten bir saat sonra hemen havalimanının önünden kalkan “Student Agency” adlı firmaya ait olan sarı otobüse bindim. Bu otobüs beni Viyana’dan Çek’in en büyük ikinci şehri olan Brno’ya kadar götürdü. Brno’da inip yaklaşık 55 dakikalık beklemenin ardından beni Olomouc’a götürecek diğer otobüse bindim. Olomouc’a vardığımda saat akşam 20.00 olmuştu bile. (Evimden ayrılalı nerdeyse 12 saat olmuştu yani :( ) Otobüsten indiğim ve mentorumu görünceye kadar geçen saniyeler o kadar zor ve korkutucuydu ki. Acaba gelmedi mi acaba beni unuttu mu diye bin bir türlü kötü düşünce aklımdan geçerken birinin bana koştuğunu gördüm ve o an hayatımın en büyük rahatlamalarından birini yaşadım :) Sevgili mentorumdu koşarak gelen ve elbette unutmamıştı benim geleceğimi...

İlk gecemi mentorumun evinde geçirdim. Çok sıcakkanlı bir mentorum var. İngilizcesi çok iyi değil ama biz bir şekilde birbirimizi anlıyoruz :) Eşi de çok iyi biri gördüğüm kadarıyla. Beni Olomouc’a almaya beraber gelmişler. Ben biraz onlarla oturduktan sonra izin istedim ve odama çıkıp yattım. Epey yorucu bir gün olmuştu ne de olsa. 

Ertesi sabah saat 10.00’da yurt müdürüyle randevumuz vardı. Bu yüzden 9 gibi güzel uykumdan uyandım ve Çek’te ilk kahvaltımı Hana’nın evinde yaptım. Kahvaltıdan sonra evden yurda yürüyerek geldik. Yollarını öğrenmeye başlamıştım bile. Eşi ise valizlerimi arabayla arkadan getirdi. 

Yurdun kullanılmaya katını! evet yanlış duymadınız kullanılmayan bir katını bana verdiler :) Koridorun girişindeki oda benim odam oldu. Diğer tüm odalar boş. 4 tuvaletim, 3 banyom ve mutfağım var :D Tabi yurt müdürü tek duşu ve tek tuvaleti kullanmamı rica etti. (Temizlikçileri düşünerek böyle bir şeyi rica etmesi tabi ki de mantıklı) Saat 13.00’de Hana’nın evinde öğle yemeği için buluşmak üzere anlaştık. O gittikten sonra odama yerleşmeye başladım. Başta zor geldiğini itiraf etmeliyim. Ailemden kilometrelerce uzaktayım ve yaklaşık 7,5 ay boyunca evim diyeceğim yere getirdiğim 2 valiz eşyayı yerleştirmeye çalışıyorum...Yaklaşık 2 saat sonra tamamıyle yerleşmiştim ve herşey iyi görünüyordu.

Saat 12:45 yemeğe mentorumun evine gitmek için ayrıldım ve giderken kayboldum!! Yer yön duygumun zayıf olmasının ilk cezasını daha ilk günden çektim. Başıboş sokaklarda dakikalarca gezindikten sonra mentorumun arkadan bana seslenmesi ile kendime geldim. Kaybolduğumu tahmin etmiş ve beni aramaya çıkmış. Canım mentorum :)

Yemekte helal kesim et olmadıkça yemeyeceğimi söylediğim için bana fırında balık yapmış. Ama önden gelen çorbanın kokusu ve özellikle tadı çok kötüydü. Sadece balık yedim ve yeterince doydum. Sonra dışarı çıkıp uzun bir yürüyüş yaptık. Etrafı gezdirdi bana ve uzun uzun sohbet ettik.
İlk günüm beklediğimden daha güzel ve iyi geçmişti. Çek’i seveceğimi düşünmeye başlamıştım. Tek sorun memleket hasreti olacaktı bu uzak diyarlarda...

1 Ekim 2013 Salı

Tutamıyorum Zamanı

Zaman ne de çabuk geçiyor bu memleketten kilometrelerce uzak diyarlarda... Son paylaşımımdan bu yana nerdeyse 1 hafta geçmiş ve ben bunun farkında bile değilim :(

Sizleri çok ihmal ettim biliyorum.

Çek Cumhuriyeti'nde ne yapıyorum, günler nasıl geçiyor, ilk izlenimlerim neler, nereleri gezdim gördüm gibi şeyleri daha sizlerle paylaşamadım. Ve bunun vicdan azabını yaşıyorum resmen. 

Ama merak etmeyin söz veriyorum kayıp olan günlerin telafisi olacak ve sizleri buradaki yaşamımla ilgili detaylara boğacağım günler de gelecek :)

Asistanlığımın üçüncü haftasına başladım bile. Düzenim de yavaş yavaş oturdu sayılır. Alıştım buralara da, Mohelnice adlı sevimli bir kasabadayım. Nufüs 10 bin.

Küçük kasabada yaşamak kimine göre avantaj kimine göre de dezavantajdır. Benim açımdan avantaj çünkü ulaşım kolay (yürüyerek her yere gidebiliyorum:), hayat sakin ve daha kolay. Dezavantajları da var elbette ama onlar ikinci planda kalıyor benim için. Mesela belirli saatten sonra sokaklar çok boş, haftasonu yapacak ve gezecek hiç bir şey/yer yok vs. Gezmek için tren yolculuğu yaparak yakın çevrelere gitmek gerek. Tren yolculuğu güzel, zaman hızlı geçiyor tren yolculuklarında. Bu yüzden yolculuk kısmı benim için eziyet değil eğlence :)

Bu gecelik bu kadar diyorum. Detayların daha bol olacağı bir sonraki paylaşıma kadar hoşçakalın :)